Geçtiğimiz yazımda Türkiye’nin 1920’li yıllarındaki sosyo-politik hayatının tahlilini sunduktan sonra, bu hafta sıra 1930’lu yıllara geldi. Her şeyden evvel belirtmek gerekir ki 1930’lu yılların Türkiye’sinde sosyo-politik hayat büyük oranda uluslararası konjonktürün etkisinde gelişmiştir. Uluslararası arenada 1. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan iyimser hava 1930’lu yıllardan itibaren kaybolmuş olup, bilhassa Avrupa’da faşizmin yükselişe geçmesiyle beraber Türkiye de birçok uluslararası aktör gibi iç ve dış politikalarını güvenlik ekseninde inşa etmeye başlamıştır. Bütün bunlar yaşanırken, bir yandan da 1930’lu yıllarda ulus-devlet inşa sürecinin tüm hızıyla devam ettiğini görmekteyiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen bu sürecin en önemli çıktıları ise Türk milliyetçiliğinin akademik bir zemine taşınması olmuştur. 1930’ların ilk yarısında kurulan Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu gibi araştırma kurumları, bahse konu ulus-devlet oluşturulma sürecinin hem en önemli araçları hem de en önemli sonuçları olmuşlardır.
Bu sürecin en önemli merkezi ise hiç kuşkusuz ki başkent Ankara’dır. 1932’de kabul edilen ve Alman mimarın kendi adıyla anılan Jansen Planı’yla bugünkü Ankara’nın en sembolik yapıları inşa edilmiş olup, ileriki yıllarda oluşacak olan kent hafızasının temelleri atılmıştır. Bu noktada belirtmem gerekir ki 1930’lu yıllarda Lozan’dan arda kalan dış politika sorunlarının büyük oranda çözülmesiyle beraber meydana gelen ‘diplomatik iyimserlik’, kendini Türkiye’nin toplumsal hayatında çok farklı renkler şeklinde göstermiştir. Örneğin Alman bir mimarın planını çizdiği Ankara’da; 1930’ların ikinci yarısından itibaren SSCB’den ithal edilen ZIS-8 marka belediye otobüsleri görücüye çıkmıştır. O dönemde ZIS-8 otobüsleri Ankaralıların gündelik hayatının sembollerinden birisi haline gelmiştir.
Ankara’nın toplumsal yapısı aslında ülkenin geneli için de ziyadesiyle fikir vericidir. Bilhassa, müzik ve sanat alanlarında devam eden Alaturka-Alafranga ‘savaşları’, toplumsal farklılaşmanın dışavurumu niteliğinde olmuştur. Ankara’nın o dönemki modernizmin sembolü olan Ankara Palas bir yandan balolara, Valslere sahne olurken, Ankara Palas’ın sadece birkaç kilometre yukarısında yaşanan yoksulluk, toplumdaki sosyo-ekonomik uçurumun büyüklüğünü işaret etmiştir. Bunun yanında, 1938’de Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı, hemen ertesi sene ise 2.Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, Türkiye’nin 1940’lı yıllara girerken birçok ‘bilinmez denklemi’ de beraberinde getirmesine sebep olmuştur.
Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle, sağlıcakla kalın…
Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü