Son yazımda, 1950’li yılların temel dinamiklerini uluslararası sistem ve ülkemiz özelinde ele almıştım. Bu yazımda ise bir on yıl daha ileri giderek 1960’lı yılları yine aynı perspektiften yorumlamaya çalışacağım. Bu bağlamda, 1960’lı yılların o zamana kadarki 20.Yüzyıl’ın topyekun bir eleştirisi olduğunu iddia etmek mümkündür. Yüzyılın ilk yarısının iki büyük dünya savaşıyla kuşatılması ve bu durumun yaratmış olduğu tüm olumsuz sonuçlar, 1960’lı yıllarda özellikle genç nüfus tarafından adeta bir duygu ve ideoloji patlaması şeklinde kendini göstermiştir.
Aslına bakılacak olursa, 2. Dünya Savaşı’nın bitimiyle başlayan Soğuk Savaş ve uluslararası sistemin gergin yapısı 1960’lı yıllarda halen devam etmekteydi; ancak Uluslararası İlişkiler literatürüne “yumuşama” olarak geçen kutuplar arasındaki göreceli diyalog ortamı, uluslararası sistemdeki tüm aktörlere göreceli bir hareket sahası tanımıştır. Öte yandan, 1960’lı yılların temel aktörleri olarak karşımıza çıkan işçilerin ve öğrencilerin mevcut dünya düzenine tepkilerinin oldukça sert olduğunu iddia etmek mümkündür. Bu eleştiri, aslında herhangi bir olaya veya olguya yöneltilen bir eleştiri olmaktan ziyade sistemin kendisine yöneltilen bir eleştiri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka ifadeyle, o yıllara kadar savaş kavramı üzerinden tanımlanan dünya, 1960’lı yıllara beraber çevre sorunlarından, sivil haklara; eleştirel düşünceden sendikal haklara kadar o zamana kadar ihmal edilen kavramlarla yeniden tanımlanmıştır.
Elbette ki tüm bu gelişmelerden ülkemiz de etkilenmiş olup; bu süreç içerisinde Türkiye’deki sosyal hareketler ise ABD özelinde güçlü bir anti-emperyalist tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bilhassa, 1964’te kamuoyunda büyük tepkiler uyandıran Johnson Mektubu, ülkemizin dış politika tercihlerini de tekrardan gözden geçirmesini sağlamış olup; SSCB ile göreceli bir yakınlaşma dönemine geçilmiştir. Elbette ki bu yakınlaşmada, 68 Kuşağı olarak adlandırılan hareketin de son derece belirleyici olduğunu iddia etmek mümkündür. Bir başka ifadeyle, 1960’lı yıllarda dış politika yapım sürecinde kamuoyunun etkisi tarihte hiç olmadığı kadar baskın bir hale gelmiştir.
Son olarak ise üzerinde durulması gereken hususun, bu hareketlerin siyasal elitler tarafından nasıl okunduğu sorusudur. Bu bağlamda, 1960’lı yıllar hem ülkemizde hem de dünyanın geri kalan kısmında siyasal elitler tarafından tecrübe edilen bir bocalamayı beraberinde getirmiştir. Bir başka ifadeyle, yazıma konu olan hareketlerin, demokratik sistemin yapıcı bir parçası mı yoksa yıkıcı bir parçası mı olduğu sorusu 1970’li yıllara gelindiğinde son derece karmaşık ve çatışmacı bir siyasal ve toplumsal bir konjonktürü beraberinde getirmiştir.
Sağlıcakla kalın….
Yeni yazınızı merakla bekliyorum hocam , keşke biraz uzun olsa yazılarınız.