Yılsonu son konuşmalarını yapmak ve öğrencileri uğurlamak üzere toplanmıştı tüm öğretmenler. Hemen karşılarında tek sıra halinde bekleşen öğrenciler…
Karneler ellerinde Müdürün söyleyeceklerini uğultu halinde bekleyen öğrenciler “Bitse de gitsek!” dercesine bakıyorlardı. Kimi kendi arasında konuşuyor; kimi karnesindeki notlarını ailelerine nasıl açıklayacakları ile ilgili senaryolar üzerine kafa yoruyordu. Musa durgundu. Yan sırada ise aynı durgunlukta biri daha vardı.
Müdür mikrofonu eline aldı. “Sevgili öğrenciler…” ile başladığı sözlerini “Hepinize iyi tatiller diliyorum.” ile bitirdi. Sonrasında ilgili yılı birincilikle bitirmiş öğrencileri kürsüye çağırmak üzere mikrofonu yardımcısına verdi.
Müdür Yardımcısı onore etmek üzere birinci, ikinci ve üçüncü sınıfların birincilerini çağırırken ikinci sınıftan Musa’nın da ismini andı. İsimleri zikredilen kişiler büyük heyecanla sahneye doğru koşarken Musa yerinden dahi kıpırdamadı.
Herkesin duyduğunu o duymamıştı. Hemen yanındaki arkadaşı dürttü ve gözleri ile Müdür Yardımcısını işaret etti. Bütün öğretmenler Musa’ya bakıyordu. “N’oldu?” der gibi baktıktan hemen sonra arkadaşının fısıltı halinde “Bu yılı birinci bitirdin ya oğlum! Seni sahneye çağırıyorlar!” söylemesi üzerine ağır adımlarla merdivenlerden çıkıp yerini aldı.
Rehber öğretmenler sorumlusu oldukları sınıfların birincilerine hediyelerini verdi. Musa’nın gözleri Müdür Yardımcısının elinde duran mikrofondaydı. Birden
___ Hocam mikrofonu alabilir miyim?
Müdür Yardımcısı biraz şaşkın bir halde uzattı mikrofonu.
___ Hocam öncelikle sizlerden özür dileyerek başlamak istiyorum sözlerime. Sizin huzurunuzda birazdan söyleyeceklerim belki size karşı bir edepsizlik olabilir; ama söylemezsem içimde patlar… (Mikrofon elinde öğrencilere döndü. Kendisi gibi durgun olan kızla göz göze geldi) İçinizde biri var… Onu çok seviyorum… Bunu ben istemedim… İnsan sevmeyi seçse; seveceği kişiyi seçebilse hiç kimse acı çekmez. Hiç kimse cennetin tadında yaşarken her anını bir anda cehennemin zifiri karanlığına hapsetmez kendini. Benim de elimde değil… Sevdim… (Kızın gözlerine bak baka) Seni öyle sevdim ki… Yüreğimin en güzel yerinde yer verdim sana. Nasıl bir yerde olduğunu bilsen çıkıp gitmezsin oradan. Kalbimin en tatlı, en hassas yerindeki yerini bilsen o kalbi kırmaya kıyamazsın… (Öğretmenlerine döndü. Her birinin branşı ile ilgili sorular yönelterek sürdürdü konuşmasını). Dilek öğretmenim söyler misiniz Türkçede “Gitme!” demenin dışında başka bir sözcük ya da söz var mı gitmesini engelleyecek. Hocam bana öyle bir cümle kurmayı öğretin ki söylediğimde gitmesin. Gitmekten vazgeçsin. Var mı hocam? Öğretmensiniz siz… Bana bunu da öğretin! N’olur hocam ya! Nefes almakta güçlük çekiyorum… Filiz hocam matematikte öyle bir formül söyleyin ki işlemin sonucunda doğru cevap “kavuşmak” olsun. Çarpım tablosu kolay hocam! Matematiksel işlemler kolay! Bana bu problemin çözümünü öğretin. Öğretmen değil misiniz? Öğretin işte! Berrin hocam! Ebru hocam! Öznur hocam! Sizler yardım edin bari! Türkçede yok madem… İngilizcesini söyleyin! Birini gitmekten vazgeçirecek o sihirli sözün İngilizcesini öğretin! Yok mu ya bir çaresi! Handan hocam! Koca yıl kalbin insan vücudundaki işleyişinden bahsedip durdunuz. Kalbin gitmek isteyeni söküp atmak gibi bir işlevi yok mu? Ya gitmesin ya da kalbimin en güzel yerinde duran sevgisini de alsın öyle gitsin… Bakmayın öyle hocam! Kendi gidiyor ama aklımda hayalimde kalbimde duygularımda düşüncelerimde çakılı halde sanki… Her an o var içimde… Her an her sözcük yumruk oluyor boğazımda yutkunamıyorum. Ne-fes a-la-mı-yo-rum hocam. (Gözleri dolar. Derin bir iç çeker). Ben istemedim ki ya! Valla! İnsan acı çekmeyi neden seçsin!
Gözleri dolan Ebru Hoca teselli etmek için koluna girdi. Musa başını hocasının omzuna yaslayıp sol eliyle gözyaşlarını sildi. Kimse bir şey demedi. Hiç kimse tek söz etmedi. Sözcükler, sözler sessizliğin senfonisine teslim oldular. Öğrencilerden çıt çıkmadı. Musa yere baka baka indi merdivenlerden. O kız mı? O gitti…
İri kömür karası gözlerinde yitip gitti Musa’nın kendisi. Sevmenin acıyı çağıran yalnızlığında derin bir sızıyı evlat edindi Musa. Onu sevmenin sonrasında Musa yalnız, o evlat öksüz kaldı. Özlemenin acıklı bir öyküye dönüştürdüğü yaşamlarının geri kalanında bu yitikliğin kor ateşinde eriyip gitti sevgileri… Kor küle döndü… Zaman geçti… İçinde acıyı tatlıyı birbirine harmanlamış anıların silikliğinde unutulmaya yüz tuttu her şey. O kız gitti… Zamanla o ve onun sebep olduğu bütün duygular karanlık bir boşluğa düştü.
Alternatif Son:
Gözleri dolan Ebru Hoca teselli etmek için koluna girdi. Musa başını hocasının omzuna yaslayıp sol eliyle gözyaşlarını sildi. Kimse bir şey demedi. Hiç kimse tek söz etmedi. Sözcükler, sözler sessizliğin senfonisine teslim oldular. Öğrencilerden çıt çıkmadı. Musa yere baka baka indi merdivenlerden. O kız mı? O, kendi gözlerindeki yaşların buğusunda kaybetmişti görme yetisini sanki. Silmeden gözlerini bir âmâ misali sağa sola çarpa çarpa yürüdü ona doğru. Yere inik gözlerini kendine doğru çevirircesine çenesinden tutup yüzünü gözlerine çevirdi. Bir tokat attı. Sonra da sarıldı…
O tokat neyin tokadıydı? Gitmesine engel olacak ölçüde sevmesinin mi? Yoksa gitmesini gerektirecek bir sebebin mi? Sarıldı… Sarıldılar… Sonra mı? Sonrası yok… İyi bir hikâye çıkmıyor ikisinden… En fazla bu kadar mutlu son var birbirlerini sevmelerinin. Sonrası daha büyük acılara gebe bir son… Son işte…
Formunuzu koruyorsunuz hocam
Tebrikler hocam öyle bi anlatıyorsunuz ki sanki kaleminizden bal damlıyor
Yüreğine, kalemine sağlık işte bu sevmek başarıların devamını dilerim
Kaleminize sağlık üstad