Bitmesini hiç istemediği uykusundan uyandığında saat öğlen 13.00’ü gösteriyordu. Her zamanki gibi ilkin bilgisayarını açıp mailine baktı. Sürekli mail adresine bakmayı alışkanlık haline getirmişti; fakat her bakışında beklediği kişiden herhangi bir mail gelmeyişini de kanıksamış haldeydi.
Nasılsa göndermemiştir düşüncesiyle mail kutusunda o kişinin göndermediği maili görmemek için açtı bilgisayarı. Birkaç saniye süren bu gelen kutusundaki gelmemesine alıştığı maili ararken o kişiden gelen bir maile ilişti gözleri.
Daha önce gönderilmiş diğer maillerden biri zannetti. Zihnine saplanan bu zannedişin verdiği umursamaz tavırla tıkladı maile. Gözlerinin tanıklık ettiği sözler daha önce aklına hiç uğramamış sözcüklerden oluşuyordu.
Kalp atışı hızlandı birden. Maili gönderenin yazdığı cümlelerin sonunda bir ek vardı. Üzerine tıklayıp indirdi. Başka zaman başka bir yazar kaleme alsa şiir olabilecek ahenge sahip cümleleri okumaya başladı:
İnsan bir insanın sesine bu kadar susar mı? Tanımı nasıl yapılır; hangi sözcüklerle tarif edilir bilmiyorum. Herhangi bir sözcük ya da söz yeter mi anlatmaya…
Susayınca damağı kurur insanın. Serin bir su arar ya hani… Çölde bir seraba dalar gibi bakar etrafına. Tam gördü sanır çöküp yere avuçlarına alır. Ağzına götürdüğünde anlar elindekinin kum olduğunu. Hasret kalır suya. Susuz günün ayazında kurur kalır bedeni. Yutkunamaz.
Kupkuru damağında suyun hayali ile gerçekten uzak rüyaya daldığını sanır; ama ölür aslında. Bir damla su ister. Yalnızca tek damla su… Son nefesinde ağzı ıslak gitmek ister; tadı damağında suyun; az da olsa serin nemli dudaklarıyla veda etmek ister yaşama.
Öyle bir şey işte sesine duyduğum susuzluk… Sesin gelse; anlık dahi olsa bir sesin gelse kulağımdan içeri… Tadı damağımda kalsa… İçimi serinleten sesini duysam ve nemlense dudaklarım.
Çölde serabını duymasam sesinin… Seni duysam… Ve senin sesinle uyusam… Dalarken yalnızlığın çölünde, sen konuşmuşsun gibi duyduğumda sesini; dönüp baktığımda seni görsem…
Gözlerimin görmeyi istediği yerde sen olsan… Gerçekten bana baksan ve gülümsesen… Serap mı değil mi tereddüdünü içime huzur veren ses tonunla gidersen. Ben adını söylesem; sen bana “Efendim!” desen…
“Efendim!” deyişindeki dingin ve uysal ses tonunla beni çağırsan yanına. Ayaklarım yerden kesilircesine gelsem sana doğru. Sarılsam. Sarılsan. Sarılsak birbirimize. Bir şey olsa ver her şey hiçbir şeyin çölünden serin sulara aksa.
Birbirimize sarıldığımız anda gerçeğe dönüşse tüm “-se, -sa” ile kurduğum cümleler. Sen olsan karşımda… Senin sesin yankılansa kulaklarımda… Seni duysam. Sen konuşsan ve seni dinlesem… Sesine susuzluğumu gidersem…
Susamak bu… Anlık gidermeyle bitmez ki… Sürekli duysam sesini ve sürekli sana susayan kalbim senin susuzluğumu gideren sesinde can bulsa… Daha canlı atsa ve her atışında kalbimin, senin beni sevdiğini söylediğin sesler yankılansa.
İçerisinde küçücük bir andan ibaret olan bu yaşamın da ötesinde, sonsuzluğunda zamanın senin sesinle var olsa tüm anlarım. Başım dizlerinde sen saçımı okşarken gözlerimi yumsam ve senin sesinle dalsam sonsuzluk uykusuna…
Bir mektuptan öte edebi bir metni andıran cümlelerin sonunda yer alan “sonsuzluk uykusu” ifadesini birkaç kere tekrarladı durdu. Hüzünle sevincin iki zıt insanı bir arada tutan sevgiye benzer duygudaşlığına ev sahipliği yapan kalbinin ritmine ayak uyduramayan şaşkın hali uzun sürmedi.
Bilgisayarı kapadı. Her şeyi, bütün duyguları, yüreğini saran ne varsa hepsini boynu bükük bırakacak gerçeğin karşısında yenilgiye isyan eden bir asıklık belirdi suratında… Ayağa kalkıp yüzünü yıkamak için banyoya doğru yöneldi. Ne dediğini bir tek kendisinin anladığı az seslilikte birkaç cümle mırıldandı… Mırıldanışı esnasında “sonsuzluk uykusu”’nu biraz daha yüksek tonda dışa vurdu; ama geriye kalan diğer sözcükleri çiğneyip yuttu sanki…
Yakup Yaşar
Yakup Bey Tebrik Ederim Sususluğu Yaşayan Bilir! Yüreğine Sağlık Makalelerini Beğendim.