“Sen’i anlarsam Ben’i,
Ben’i anlarsam Sen’i daha iyi anlarım.
Yaşam çok kısa.
Bu Muhteşem fırsatı bir insanı ötekileştirmek için harcamayalım.”
Doğan Cüceloğlu
İçinden geçtiğimiz şu dönemi zor bir dönem diye tarih kitaplarına çoktan yazdılar bile. Her salgın hastalık nasıl düşmüşse tarih kitaplarına bu dönemde düştü öyle. Tasavvuf ehli bu dönemi Nuh tufanının dönemi ile bir tutsa da bir gerçek var ki bu dönem zor bir dönem oldu hepimize. Sevdiklerimizden yanımızda olmalarına rağmen, uzak durduk onlara zarar vermemek adına. Yakınları ırak ettik kendimize. Evlerimize kapandık, kendi içimize sığındık.
Canım babamı 3 Ocakta ebedi yolculuğuna uğurladım, giden o kalan ben… Ardından babamın acısı kadar içime oturan bir acı ile Doğan Hoca 16 Şubatta ani bir gidişle aramızdan ayrıldı.
Her gidiş bize içinde yaşadığımız yerin gurbetimiz olduğunu, seyir halinde olduğumuzu bir kez daha hatırlatmasına rağmen kabullenmek zor oluyor işte. Canım babamın acısı onu içimde, baktığım her yerde hissetmemle, Doğan hocamın acısı ise benim için imzaladığı kitapları tekrar okumamla, videolarını izlememle diniyor.
Canın büyüğü küçüğü olmadığı gibi herkesin acısı da sevgisi kadar dağılıyor dünyaya. Sanki Doğan hocamın ölümünü yazarsam inanacağım öldüğüne, sanki yapmam gereken bir görevi yerine getireceğim.
“Sevgili Gülsen Öğretmen etki alanın bütün mesele, etki alanına sahip çıkacaksın.” demişti Adana kitap fuarında karşılaşmamızda. Gözlerimizin içi gülmüş, el ele tutuşmuştuk bir süre. Sanki ebedi bir arkadaşmışız gibi. İletişim kuralım diye aceleyle danışmanından telefon numarasını vermesini istemişti benim için. Silifke’den konuşmuştuk, Mersin’den. Ben onun yıllardır görmediği öğrencisiydim, kitaplarını sayısız defa okumuş, yazdıklarını hayat yolunda kulağıma küpe etmiştim. Evet, şimdi bakıyorum da hayatımda ne çokmuş bu güzel insan. İyi ki onunla aynı dönemde yaşamış, onu görmüş, sohbet içinde olmuşuz. Karşılaştığı, hayatına dokunan herkese biricikliğini hissettiren güzel insan, eserleri ile çoktan ismini yazdırdı tarihe. Şimdi etki alanının ne olduğunu sizlere onun cümleleri ile aktarmak isterim:
Bir kaşık Yoğurdun Değerini Bilmek
“Bir konferansımda öfkeli bir makine mühendisi, “Bu konferans salonundaki sekiz yüz kişinin hepsi sizin dedikleriniz kabul etse ve aynen uygulasa ne yazar; dışarıda yetmiş milyonluk bir güruh var, güruh! Bu tip konferanslar ve kitaplarla topluma hizmet ettiğinizi sanarak teselli oluyorsanız, yanılıyorsunuz!” dedi.
“Elimde bir kaşık yoğurt var; benden yetmiş kazan sütü yoğurt yapmamı istiyorlar,” diyen çok öfkeli öğretmen, ana baba, yönetici gördüm.
Ben ise, bir kaşık yoğurdum olduğu için sevinirim; şükür duygusu içinde olurum; “iyi ki bir kaşık yoğurdum var,” derim. O bir kaşık yoğurt benim etki alanımdır; onu bilirim. Ufak bir tencere bulurum, yetmiş kazan sütten ufak tencereme alırım. O ufak bir tencere süt, ana baba isem benim çocuklarım, öğretmensem benim öğrencilerim, yazar isem okurlarım olur. O küçük tenceredeki sütün uygun koşullarda hazırlanarak bir kaşık yoğurdumla mayalanmasına, çocuğumu yetiştirmeye, öğrencime öğretmen olmaya, bir bilim insanı olarak konuşmaya, yazmaya özen gösteririm. Ve umutla, güvenle, şükürle küçük bir tencere yoğurdum olmasına gayret ederim.
Etki alanım bir kaşık yoğurttu, şimdi küçük bir tencere yoğurum oldu. Şimdi Facebook’ta yazıyorum, sizlerin işbirliğiyle takip edenlerin sayısı bu günlerde dokuz yüz binlere ulaştı. Elimdeki bir küçük tencere yoğurt büyüdü, bir kazan yoğurt oldu.
Zorluklarla karşılaşınca hayal kırıklığı içinde bir köşeye çekilmek, şikâyet edip beklemek, sürekli birilerini suçlamak bir seçenektir. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak, şevkle, umutla, güvenle, şükür duygusu ve sevgiyle elindeki bir kaşık yoğurdun değerini bilerek çalışmak da bir seçenektir.”
Şu kısacık hayatta etki alanlarımızın farkında olmak dileğiyle. Gidenlere selam olsun…
Ben’i anlarsam Sen’i daha iyi anlarım.
Yaşam çok kısa.
Bu Muhteşem fırsatı bir insanı ötekileştirmek için harcamayalım.”
Doğan Cüceloğlu
İçinden geçtiğimiz şu dönemi zor bir dönem diye tarih kitaplarına çoktan yazdılar bile. Her salgın hastalık nasıl düşmüşse tarih kitaplarına bu dönemde düştü öyle. Tasavvuf ehli bu dönemi Nuh tufanının dönemi ile bir tutsa da bir gerçek var ki bu dönem zor bir dönem oldu hepimize. Sevdiklerimizden yanımızda olmalarına rağmen, uzak durduk onlara zarar vermemek adına. Yakınları ırak ettik kendimize. Evlerimize kapandık, kendi içimize sığındık.
Canım babamı 3 Ocakta ebedi yolculuğuna uğurladım, giden o kalan ben… Ardından babamın acısı kadar içime oturan bir acı ile Doğan Hoca 16 Şubatta ani bir gidişle aramızdan ayrıldı.
Her gidiş bize içinde yaşadığımız yerin gurbetimiz olduğunu, seyir halinde olduğumuzu bir kez daha hatırlatmasına rağmen kabullenmek zor oluyor işte. Canım babamın acısı onu içimde, baktığım her yerde hissetmemle, Doğan hocamın acısı ise benim için imzaladığı kitapları tekrar okumamla, videolarını izlememle diniyor.
Canın büyüğü küçüğü olmadığı gibi herkesin acısı da sevgisi kadar dağılıyor dünyaya. Sanki Doğan hocamın ölümünü yazarsam inanacağım öldüğüne, sanki yapmam gereken bir görevi yerine getireceğim.
“Sevgili Gülsen Öğretmen etki alanın bütün mesele, etki alanına sahip çıkacaksın.” demişti Adana kitap fuarında karşılaşmamızda. Gözlerimizin içi gülmüş, el ele tutuşmuştuk bir süre. Sanki ebedi bir arkadaşmışız gibi. İletişim kuralım diye aceleyle danışmanından telefon numarasını vermesini istemişti benim için. Silifke’den konuşmuştuk, Mersin’den. Ben onun yıllardır görmediği öğrencisiydim, kitaplarını sayısız defa okumuş, yazdıklarını hayat yolunda kulağıma küpe etmiştim. Evet, şimdi bakıyorum da hayatımda ne çokmuş bu güzel insan. İyi ki onunla aynı dönemde yaşamış, onu görmüş, sohbet içinde olmuşuz. Karşılaştığı, hayatına dokunan herkese biricikliğini hissettiren güzel insan, eserleri ile çoktan ismini yazdırdı tarihe. Şimdi etki alanının ne olduğunu sizlere onun cümleleri ile aktarmak isterim:
Bir kaşık Yoğurdun Değerini Bilmek
“Bir konferansımda öfkeli bir makine mühendisi, “Bu konferans salonundaki sekiz yüz kişinin hepsi sizin dedikleriniz kabul etse ve aynen uygulasa ne yazar; dışarıda yetmiş milyonluk bir güruh var, güruh! Bu tip konferanslar ve kitaplarla topluma hizmet ettiğinizi sanarak teselli oluyorsanız, yanılıyorsunuz!” dedi.
“Elimde bir kaşık yoğurt var; benden yetmiş kazan sütü yoğurt yapmamı istiyorlar,” diyen çok öfkeli öğretmen, ana baba, yönetici gördüm.
Ben ise, bir kaşık yoğurdum olduğu için sevinirim; şükür duygusu içinde olurum; “iyi ki bir kaşık yoğurdum var,” derim. O bir kaşık yoğurt benim etki alanımdır; onu bilirim. Ufak bir tencere bulurum, yetmiş kazan sütten ufak tencereme alırım. O ufak bir tencere süt, ana baba isem benim çocuklarım, öğretmensem benim öğrencilerim, yazar isem okurlarım olur. O küçük tenceredeki sütün uygun koşullarda hazırlanarak bir kaşık yoğurdumla mayalanmasına, çocuğumu yetiştirmeye, öğrencime öğretmen olmaya, bir bilim insanı olarak konuşmaya, yazmaya özen gösteririm. Ve umutla, güvenle, şükürle küçük bir tencere yoğurdum olmasına gayret ederim.
Etki alanım bir kaşık yoğurttu, şimdi küçük bir tencere yoğurum oldu. Şimdi Facebook’ta yazıyorum, sizlerin işbirliğiyle takip edenlerin sayısı bu günlerde dokuz yüz binlere ulaştı. Elimdeki bir küçük tencere yoğurt büyüdü, bir kazan yoğurt oldu.
Zorluklarla karşılaşınca hayal kırıklığı içinde bir köşeye çekilmek, şikâyet edip beklemek, sürekli birilerini suçlamak bir seçenektir. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak, şevkle, umutla, güvenle, şükür duygusu ve sevgiyle elindeki bir kaşık yoğurdun değerini bilerek çalışmak da bir seçenektir.”
Şu kısacık hayatta etki alanlarımızın farkında olmak dileğiyle. Gidenlere selam olsun…