'Karaman çarşı yangını' 154 dükkan ve 1 cami yanarak kül oldu!
Karaman'da 19 Eylül 1964 yılında meydana gelen çarşı yangınında 157 dükkan ve 1 adet cami yanarak kül oldu. O yılların parası ile yaklaşık 7 milyon lira zarar gören yangında, Konya, Karapınar, Çumra ve Hava Kuvvetleri gibi bir çok itfaiye ekipleri de yangın yerine gelmişlerdi.
Karaman'da 19 Eylül 1964 yılında meydana gelen çarşı yangınında 157 dükkan ve 1 adet cami yanarak kül oldu. O yılların parası ile yaklaşık 7 milyon lira zarar gören yangında, Konya, Karapınar, Çumra ve Hava Kuvvetleri gibi il ve ilçelerden gelen itfaiye ekipleri de yangın söndürme çalışmalarına katılmışlardı.
Karaman Tanıtım Platformu (KARTAP), ilimizin tarihinde büyük bir yara olarak kalan öte yandan ise Karaman’ın kurtuluşuna da vesile olan büyük çarşı yangını tekrar gündeme taşıdı. Büyüklerimizin anlatımı ve yangının meydana getirdiği sonuçları bir video klipte toplayıp günümüzün popüler dijital platformu YouTube üzerinden yayınladı.
Ateş kader çizer mi?
Evet, çizer. Bazen çok düşünülmeden alınmış bir karar, bir tedbir, bir ihmal bile kader çizerken bir şehri can damarından tutuşturmuşsa hele. Bir evse yaktığı o evin efradının, bir tarlaysa o ürüne emek verenin, bir ormansa civarda o ormanın havasını soluyan her canlının ve bir çarşıysa yanan, tüm şehrin kaderini çizer. Yıl 1964. Eylül yarısını devirmiş, kalan yarısından da dört gün yemiştir. Takvimler nesneldir. Zamanı düzene koymak amaçlı icat edilmiştir. Ama zamanı iyi anlamak için takvimin gösterdiği mevsimde yaşanan hayatın içine girmek lazım. Aylardan eylül demiştik. Güzün ilk çocuğu, hasat mevsimi, düğün mevsimi, yaklaşan kışa hazırlık zamanı. Esnaf tabiriyle belki “yılı kurtaracak” bir ay. Yani güzün en hareketli ve bereketli çocuğu. Baharda tohumlarla, fidelerle ekilen umutların emekle, sabırla büyütülüp hasadının devşirildiği bir ay. Gel gör ki netameli rüzgarları da var.Karaman o zamanlar resmi kayıtlara göre 26 bin nüfuslu bir Orta Anadolu ilçesi. O günleri yaşayan ve hala hayatta olanların özlemle anlattığı ya da üşenmeden oturup yazdığı acı tatlı hatıra deposu bir şehir. Civarında şehri ve kendini besleyen bir sürü köy; merkezinde şehri ve civarını giydirip kuşatan, hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren, rafları silme solu, depoları yedekli bir sürü dükkan var. Takvimden 19 Eylül’ü kopardıktan sonra di’li geçmiş zamanın kucağına kül olarak düşen bir sürü dükkan…
Günlerden cumartesidir. Çarşı esnafı için en yorgun, o güne söz verilen işler için de en yoğun gün. Ama olsun ertesi gün telaşsızdır. Ustalar ve dükkan sahipleri, iş arasında çoluk çocuk nasıl dinleneceklerini planlarken, kalfalar ve çıraklar da gün sonu alacakları haftalığı nasıl harcayacaklarını hayal ederler. Herkes kendi meşrebince, kendi ihtiyaçlarının biçimlendirdiği hayallerle günün yorgunluğunu ve yoğunluğunu savuşturma derdindedir. Gün böylece biter. Hesaplar yapılır, paralar sayılır; hasılat, kasalara ya da birkaç kez yoklanan cepler konur. Dükkanların kapıları kepenkleri titizlikle kapatılır. Birçoğu, kapının önünden ayrılmadan unutulan, atlanan bir şey var mı diye düşünür. Hani demiştik ya bir tedbir, bir ihmal bile kader çizer diye. Titizlerin yanında dalgınlar da vardır, ihmalkarlar da.
Şehri ateşle imtihan eden işte bu yangın olayın görgü tanıklarının beyanatlarıyla bir tedbirsizlikten kıvılcımlanmıştır. Gerçi kasıttan, elektrik kontağının azizliğinden bahsedenler de var; ancak yaygın teşhis yangının bir terzi dükkanında, pirizde unutulan ya da kömürü söndürülmeden bırakılan ütüden başladığı yönündedir. Birbirine bitişik inşa edilmiş, rafları, tezgahları, kapısı penceresi bir yana ara duvarları bile ahşap malzemeyle ayrılmış dükkanlar bunlar. Üstelik neredeyse hepsinin tahta tabanları yanık yağıyla korunmakta. Bir kıvılcımla, bir kömür parçasıyla cehennemler oluşturabilecek malzemedir bunlar. Dolayısıyla sebebinden çok, sanki öncesiyle davetiye çıkmıştır yangına. “Netamelidir.” demiştik eylül rüzgarına. O da yapar yapacağını. Kucağına aldığı ateşi bir sağa savurur bir sola. Ne bilsin oyuncağının tabiatını! Böylece kimine göre dört kimine göre sekiz saat sürer yangın. Rüzgara göre de oyuna katılan telaşlı insan rakiplerle bir maç saati.
Şahit olanların hepsinde hafızaya nakşolan bir süreçtir yaşanan. Şehir kulübünde eğlenen, haftanın işini bitirmeden dükkanı terk etmek istemeyen ve evi çarşının içinde olanlarca erkenden fark edilir aslında. Müdahale de edilir. Fakat imkanların kısıtlı oluşu yüzünden yangının hızına yetişemez varanlar. Zaten çoğu, yangının henüz bulaşmadığı dükkanlarını boşaltma derdine düşmüştür. Öyle ya “Mal canın yongasıdır.” Çevre illere ve ilçelere de haber salınır daha fazla dükkanla birlikte daha fazla yürek yanmasın diye. İlginç taktikler öne sürülür rüzgarın ve ateşin oyununu bozmak adına. Şehrin askeri erkanından bir der ki: Bir bombayla patlatalım dükkanların arasındaki camiyi de boğulsun ateş orada. Fakat fikri kabul görmez. Belki sıra ona gelince durdurur umuduyla, belki “Kutsalı yıkmak ebedi ateşe razı olmaktır.” korkusuyla… Ne de olsa kutsaldır cami. Ancak o da alır nasibini yangından; ateşin dini imanı yok ki. Bir yandan rüzgar, bir yandan tutuşan malzemelerin cinsi, bir yandan eksik kalan müdahaleler derken öyle büyür ki yangın, şehre 10 kilometre uzaktaki Kızık (Güdümen) köyünden görülür. Düğünü bırakıp şehre koşar insanlar. O saatlere şahit olanlardan biri: “Camlar eriyordu!” der. “Canlar eriyordu! tınısıyla.
Ertesi gün, çoğu manifatura, terzi ve ayakkabıcı dükkanı olmak üzere, rivayet sayısı altmışla iki yüz arasında değişen dükkandan geriye, uzun bir zaman boş kalacak ve zamanın çocuklarının küllerinden bakır tel toplayıp satacakları bir alan kalmıştır. Tabi bu görünürde kalan. Yüreklerde neler kaldı bunu kimse tam olarak bilmiyor. Tıpkı ortaya çıkan maddi kaybın tam olarak bilinemediği gibi…
Zamanla değişik kararlar ve girişimlerle, mağdurlardan bir kısmı kurtarabildikleriyle bir kısmı sıfırdan, yeniden işyerine sahip olur. Fakat bu yangından sonra şehirde hatırı sayılır bir kader çizgisi kayması gerçekleşecektir. Belki de şehirde, var olduğu müddetçe - bu günlerde buna “kelebek etkisi” diyorlar- silsileyle devam edecek bir kayma... Çünkü bu elim olaydan
sonra kiminin hayra yorduğu, kimini hayıflandığı bir göç gerçekleşecektir. Dönemin hükümetinin mağduriyete getirdiği çözümlerden birinin akabinde gelen bir göç…
Avrupa işgücü eksikliği yaşamakta ve işçi kabul etmektedir. Hükümet ülkenin zor zamanlar yaşayan başka yerlerindeki vatandaşlara gösterdiği ayrıcalığı Karaman’ın yangın mağdurlarına da gösterir. Kayıtlara göre bu yangından sonra mağdur kalan ve Avrupa’nın belirlediği kıstaslara uyan 700 vatandaş sıra beklemeksizin çoğu Almanya ve Hollanda’ya olmak üzere göç ederler.
Biraz tarih bilenler göçün ne anlama geldiğini, neleri geride bırakıp neleri birlikte getirdiğini bilir. Hele çoğunluğunu göçerlerin oluşturduğu Anadolu halkı bunu çok daha iyi bilir. Nitekim dünya tarihini de kültürüyle, sanatıyla, inançlarıyla göçler biçimlendirmiştir.