"AKP" diyerek baştan kaybediyor, kendinizi deşifre edip; önyargınızın esiri olduğunuzu belli ediyorsunuz. Ne oldu; Ak Parti din-ahlak ve maneviyat konusunda müspet değil de menfi adımlar mı attı?
Kuran öğreniminin önüne engeller mi çıkardı, İmam Hatipleri mi kapattı? Başörtülüleri potansiyel suçlu olarak mı gördü? Adil olmak gerekirse bu konularda olumsuz bir adımını göremezsiniz. Kuran Kurslarında dini kitaplar ve cüzler, gizli bölmelerde saklanarak, gizlice dini eğitim verilirken, Ak Parti döneminde artık resmi olarak açık, açık eğitim verilebiliyor. Elbette manevi konuda bir gerileme var ama kusura bakmayın, bu gerileme Ak Parti öncesinde din ve dindarların "Öcü" olarak görüldüğü, "İrtica" kavramı altına dine dair her şeyin sokulduğu dönemlerin, toplum nezdinde günümüze yansımasından ibarettir.Dine ve dindara yönelik menfi bakışlarla o dönemlerde atılan tohumlar, Ak Parti döneminde filiz vermiştir. Eğer Ak Parti din ve ahlak konusunda menfi bir şeyler yapmışsa, bunun etkisinin de yıllar sonra ortaya çıkacağı gibi.. Suçluyu siyasi görüşlerimizin penceresinden bakarak, bağnaz bir bakış açısı ile aramaktan vazgeçmemiz gerekir. Bence her Müslüman kapısının önünü temiz tutsa, tüm mahalle tertemiz olur. Evli misiniz, çocuğunuz var mı bilmiyorum? Hangi aile; her türlü iyilikle, her türlü kötülüğün aynı anda sergilenebildiği internet ortamından çocuklarını uzak tutabiliyor? Çocuklar bir yana, kendimizi uzak tutabiliyor muyuz? Tamam, internette iyi şeyler yaptığımızı söyleyebiliriz ama saniyeler sonra bizi kötü bir alana sürüklemeyeceğinden emin miyiz? Neden "Vur abalıya" misali her şeyi iktidardan biliyoruz? Çocuklarımız ilk kelimeleri telaffuz etmeye henüz başlamışken eline bir akıllı telefon, tablet tutuşturmuyor muyuz? Sonra da "Bakın bizden iyi kullanıyor" diye gururlanmıyor muyuz? O zaman iktidarı suçlama kolaycılığına kapılmayacak, suçu biraz da kendimizde arayacağız. Başkan Erdoğan şehirlerde dikine büyüme yerine yatay büyümeyi tercih ederken, çok katlı binaların insanlar arasındaki dostluk ve kardeşliğe darbe vurduğunu, bireyler arasındaki ilişkilerin koptuğunu söylüyor. Ben biraz farklı düşünüyorum. Yatay büyüme de olsa bu ilişkiler arzu edildiği gibi olmaz. Çünkü fertleri bir, birinden koparıp yalnızlaştıran iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişim ve değişimdir. Öyle ki, telefondan görüntülü konuşacağız diye, neredeyse konuşma yaptığımız kişiyle yolda karşılaşıp, çarpışacağız ama telefona gömülü olan başımızı bir türlü kaldırıp gerçek dünyaya bir bakış atamıyoruz. Telefondan başımızı kaldırıp, selamlaşmaya vakit ayıramıyoruz.
Bayramlardaki uzun tatil günlerini tatil yörelerinde geçirip, ziyaret ederek elini öpüp, hatırını sormamız gereken aile büyükleriyle yaptığımız görüntülü konuşmayla, bayramlaşmayı bitiriyoruz. Aile büyüklerine torunları ile birlikte birkaç gün geçirme şansını bile vermiyoruz.
Bu sebeple yakın bir gelecekte görme kusurları çoğalırsa, bunun müsebbibi işte bu çılgın iletişim teknolojisi olacaktır. Evde aile olarak toplanmış otururken, çocuğumuza sorduğumuz bir soruya, soruyu birkaç kez tekrar etmeden tek bir seferde cevap alabildiğimiz vaki midir? Güya evde ailece toplu halde bulunuyoruz ama her birey kendi âleminde, kendi sanal dünyasında yalnız bir hayat yaşıyor. Aile bireyleri arasındaki ilişkilere, iletişim teknolojisi izin vermiyor. Çocuğunuza bir kaç sefer sorduğunuz soruya cevap alamadığınız gibi bir de azar işitiyorsunuz "Baba görmüyor musun, video izliyorum!" diye.. Peki, bundan iktidarı ve çok katlı binaları sorumlu tutmak ne kadar doğru? Kaldı ki, dikey büyümenin avantajları da var. En azından tarım alanları şehirleşmeye kurban gitmiyor.
Tamam, Çin'de olduğu gibi çok katlı binaların bir birinin güneşini kapatarak konutların betondan mezarlara dönüştüğü bir şehirciliği elbette savunmuyoruz. Ama çok katlı ve güneşi, manzarası kapalı olmayan bir bina ne kadar tarım arazisinin yok olmasının önüne geçiyor? Gelecekte en büyük sorunumuz sağlıklı tarım ürünlerine ulaşmak olmayacak mı? Yatay büyüme ile şehirler bir canavar gibi tarım alanlarını yok ederken, tarım yapılan alanlarda dikey büyüme sağlanmazsa, çok fazla bir süre geçmeden tarım ürünleri sadece üst gelir seviyesinden insanların ulaşabildiği pahalı ürünler haline gelecektir. Artan nüfusun ihtiyacını karşılayacak oranda dekar başına elde edilen ürün miktarını artıramadığımız gibi, tarım yapılan alanlar da giderek, sanayileşmenin kurbanı olmaktadır.
En az sanayileşme kadar bir dekardan elde edilen ürün miktarı da artan nüfusa paralel olarak artmalıdır. Yoksa tarım ürünlerine yönelik spekülasyonlar yerini, tarım ürünleri karaborsasına bırakacaktır. Şehirleşmeye, sanayileşmeye verdiğimiz önem kadar tarım ürünleri artışına sağlayacak tedbirlere de önem vermeliyiz.Okullarda akıllı telefonları da yasaklamalıyız. Teknoloji sadece sınıflardaki akıllı ekran olmalıdır.
Kuran öğreniminin önüne engeller mi çıkardı, İmam Hatipleri mi kapattı? Başörtülüleri potansiyel suçlu olarak mı gördü? Adil olmak gerekirse bu konularda olumsuz bir adımını göremezsiniz. Kuran Kurslarında dini kitaplar ve cüzler, gizli bölmelerde saklanarak, gizlice dini eğitim verilirken, Ak Parti döneminde artık resmi olarak açık, açık eğitim verilebiliyor. Elbette manevi konuda bir gerileme var ama kusura bakmayın, bu gerileme Ak Parti öncesinde din ve dindarların "Öcü" olarak görüldüğü, "İrtica" kavramı altına dine dair her şeyin sokulduğu dönemlerin, toplum nezdinde günümüze yansımasından ibarettir.Dine ve dindara yönelik menfi bakışlarla o dönemlerde atılan tohumlar, Ak Parti döneminde filiz vermiştir. Eğer Ak Parti din ve ahlak konusunda menfi bir şeyler yapmışsa, bunun etkisinin de yıllar sonra ortaya çıkacağı gibi.. Suçluyu siyasi görüşlerimizin penceresinden bakarak, bağnaz bir bakış açısı ile aramaktan vazgeçmemiz gerekir. Bence her Müslüman kapısının önünü temiz tutsa, tüm mahalle tertemiz olur. Evli misiniz, çocuğunuz var mı bilmiyorum? Hangi aile; her türlü iyilikle, her türlü kötülüğün aynı anda sergilenebildiği internet ortamından çocuklarını uzak tutabiliyor? Çocuklar bir yana, kendimizi uzak tutabiliyor muyuz? Tamam, internette iyi şeyler yaptığımızı söyleyebiliriz ama saniyeler sonra bizi kötü bir alana sürüklemeyeceğinden emin miyiz? Neden "Vur abalıya" misali her şeyi iktidardan biliyoruz? Çocuklarımız ilk kelimeleri telaffuz etmeye henüz başlamışken eline bir akıllı telefon, tablet tutuşturmuyor muyuz? Sonra da "Bakın bizden iyi kullanıyor" diye gururlanmıyor muyuz? O zaman iktidarı suçlama kolaycılığına kapılmayacak, suçu biraz da kendimizde arayacağız. Başkan Erdoğan şehirlerde dikine büyüme yerine yatay büyümeyi tercih ederken, çok katlı binaların insanlar arasındaki dostluk ve kardeşliğe darbe vurduğunu, bireyler arasındaki ilişkilerin koptuğunu söylüyor. Ben biraz farklı düşünüyorum. Yatay büyüme de olsa bu ilişkiler arzu edildiği gibi olmaz. Çünkü fertleri bir, birinden koparıp yalnızlaştıran iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişim ve değişimdir. Öyle ki, telefondan görüntülü konuşacağız diye, neredeyse konuşma yaptığımız kişiyle yolda karşılaşıp, çarpışacağız ama telefona gömülü olan başımızı bir türlü kaldırıp gerçek dünyaya bir bakış atamıyoruz. Telefondan başımızı kaldırıp, selamlaşmaya vakit ayıramıyoruz.
Bayramlardaki uzun tatil günlerini tatil yörelerinde geçirip, ziyaret ederek elini öpüp, hatırını sormamız gereken aile büyükleriyle yaptığımız görüntülü konuşmayla, bayramlaşmayı bitiriyoruz. Aile büyüklerine torunları ile birlikte birkaç gün geçirme şansını bile vermiyoruz.
Bu sebeple yakın bir gelecekte görme kusurları çoğalırsa, bunun müsebbibi işte bu çılgın iletişim teknolojisi olacaktır. Evde aile olarak toplanmış otururken, çocuğumuza sorduğumuz bir soruya, soruyu birkaç kez tekrar etmeden tek bir seferde cevap alabildiğimiz vaki midir? Güya evde ailece toplu halde bulunuyoruz ama her birey kendi âleminde, kendi sanal dünyasında yalnız bir hayat yaşıyor. Aile bireyleri arasındaki ilişkilere, iletişim teknolojisi izin vermiyor. Çocuğunuza bir kaç sefer sorduğunuz soruya cevap alamadığınız gibi bir de azar işitiyorsunuz "Baba görmüyor musun, video izliyorum!" diye.. Peki, bundan iktidarı ve çok katlı binaları sorumlu tutmak ne kadar doğru? Kaldı ki, dikey büyümenin avantajları da var. En azından tarım alanları şehirleşmeye kurban gitmiyor.
Tamam, Çin'de olduğu gibi çok katlı binaların bir birinin güneşini kapatarak konutların betondan mezarlara dönüştüğü bir şehirciliği elbette savunmuyoruz. Ama çok katlı ve güneşi, manzarası kapalı olmayan bir bina ne kadar tarım arazisinin yok olmasının önüne geçiyor? Gelecekte en büyük sorunumuz sağlıklı tarım ürünlerine ulaşmak olmayacak mı? Yatay büyüme ile şehirler bir canavar gibi tarım alanlarını yok ederken, tarım yapılan alanlarda dikey büyüme sağlanmazsa, çok fazla bir süre geçmeden tarım ürünleri sadece üst gelir seviyesinden insanların ulaşabildiği pahalı ürünler haline gelecektir. Artan nüfusun ihtiyacını karşılayacak oranda dekar başına elde edilen ürün miktarını artıramadığımız gibi, tarım yapılan alanlar da giderek, sanayileşmenin kurbanı olmaktadır.
En az sanayileşme kadar bir dekardan elde edilen ürün miktarı da artan nüfusa paralel olarak artmalıdır. Yoksa tarım ürünlerine yönelik spekülasyonlar yerini, tarım ürünleri karaborsasına bırakacaktır. Şehirleşmeye, sanayileşmeye verdiğimiz önem kadar tarım ürünleri artışına sağlayacak tedbirlere de önem vermeliyiz.Okullarda akıllı telefonları da yasaklamalıyız. Teknoloji sadece sınıflardaki akıllı ekran olmalıdır.